30 Eylül 2014 Salı

Yol problemi

Bir sakin yolculuk belki
Sessiz ve karanlığa doğru
Yol nereye
Sen oraya
Yok kimse yanında
Belki bir kitap
Az biraz müzik olur
Ne çalar, ne okunur bilinmez
Yolculuk bu
Ne sen bilirsin yolu
Ne yol bilir seni...
Belki yokluga bu yolculuk
Belki de sonsuzluğa
2. Bilinmeyenli bir yol problemi sizin ki
Sonuca ulaşılamayan
X'e değer bile verilmeyen


Posted via Blogaway

6 Ağustos 2014 Çarşamba

Kahraman kızın

Yoksun bu gece...
Ve bundan sonraki geceler de
O ışıl ışıl gözlerin
O sevgi dolu yüreğin yok...
Sen Yoksun ya hersey boşlukta artık
Hayatım boşlukta
Dünya boşlukta
Sanki yerçekimi yok artık yeryüzünde
Senle birlikte uçup gitti..
Sen Yoksun ya
Bu gece her geceden daha karanlık
Kalbimden koca bir parça düştü toprağa bugün
Bugün ellerim sana son kez dokundu
Bugün gözlerim seni son kez gördü
Bu yürek kahramanını kaybetti
Bu kız ilk aşkını
Bu kız can dostunu kaybetti
Biliyorsun
Burdan da kalkarım
Sen buna inandın çünkü
Beni Beni Ben yapan
Sen
Neye inandın ise
Yarınlarda sana layık olacağım
Verdiğin tüm hayat bilgisini
Senin gösterdiğin yolda harcayacağım
Ben bugün kahramanımı kaybettim ama
Senin bu dünyadaki kahraman kızın olarak kalacağım ...


Posted via Blogaway

5 Temmuz 2014 Cumartesi

Gitti(k)m...

Yollar var benden geçmeyen
Seni benden öteleyen...
Bazen bakıyorum da
Nerdesin ki sen
Cidden bazen kalbimde gibisin
Bazen avuçlarımda
Ama hep bir noktam da oluyorsun
Ya yanımda
Hiç düşündün mü?
Yanıbaşımda olmayı
Mesela el ele sahillere bakmayı
Yahut bir yolda amansızca koşmayı
Bir zile basıp kaçmayı...
Ben düşündüm
Hatta koca koca hayaller kurdum...
Biz olan düşler gördüm
Sonra bir gün...
Sen kendine bile haber vermeden öldüm
Benim ruhumu alıp
Bedenimi dünyada bir başına koydun...
Sen gittin ya sevgili dünya
Senin oralardan daha karanlık
Sen gittin ya
Sanki bende bir göçük altındayım artık...
Dışardan sesler geliyor evet,
Belki de duymalıyım
Ama senin değilse o sesler
Ben nerdeyim ne önemi var
Sesler gel diyor
Ben ise gittim
Sen beni kefenin iç cebine koydun da gittim...


Posted via Blogaway

17 Haziran 2014 Salı

Didem madak ah'lar ağacı

Bugün biseyler yazacaktim ama bu siirden sonra hiç bir şey yazmak istemedim. Kesinlikle harika bir şiir okumanız dilegiyle....
Yeni sevdam Didem Madak

1-
Bir ilaç içsem bari diye düşündüm,
Biraz kolonya sürünsem,
Ferahlasam, pencereyi açsam.
Şöyle bir şey yazdım sonra:
Yağmur, çamurlu bir elbise dikiyor şehre
Sıkılıyoruz hepimiz bu çamurlu giysinin içinde.
Berbattı,
Bir şiire böyle başlanmazdı.

İç ses diye söylendim,
Ardından Yıldırım Gürses…
Aptal aptal güldüm bir de buna.
Ayşecik vazoyu kırıyor
Ve ‘tamir et bakalım’ diyordu babasına.
Yapıştırsam da parçalarını hayatımın
Su sızdırıyordu çatlaklarından.
Karnabahar kızartmıyordu asla
Başrolde kadınlar.

Güçlü bir el silkeledi beni sonra
Sanırım Tanrı’nın eliydi.
Sayamadım kaç ah döküldü dallarımdan.
Binlerce yeşil gözü olan bir zeytin ağacı gibi,
Çok şey görmüşüm gibi,
Ve çok şey geçmiş gibi başımdan,
Ah…dedim sonra
Ah!

İç ses, diye söylendim
Çocukken şöyle dua ederdim Tanrı’ya:
Tanrım bana hiç erimeyen,
Kırmızı bir bonbon şekeri yolla.
Eski tül perdelerden gelinlik biçerdik
Kardeşimle kendimize durmadan,
Olmayan çayları,
Olmayan fincanlardan içerdik.
Olmayan kapıları açardık,
Olmayan ziller çaldığında.
Siyah papyonlu olurdu mutlaka
Resim defterimizdeki damat.
Yedi günde yarattığımız dünya
Mutlu olurduk pastel koksa.

Ve şimdi şöyle dua ediyorum Tanrı’ya:
Olanlar oldu tanrım
Bütün bu olanların ağırlığından beni kolla!

Kaybolmak istemiştim bir zamanlar
Kapının arkasında yokum demiştim
Ve divanın altında da.
Bulamazsınız ki artık beni,
Hayatın ortasında.
Kaybolmak istemiştim bir zamanlar
Beni kimse bulamazdı
Tanrı’nın arkasına saklansam.
O Kocamandı, en kocamandı o.
Bir kız çocuğunun hayalleri kadar.

Bir zamanlar kendimi
Bulunmaz Hint kumaşı sanmıştım.
Kaç metredir benim yokluğum?
Benden daha çok var sanmıştım.
Benim yokluğumdan dünyaya
Bir elbise çıkar sanmıştım.
Dünyanın çıplaklığına bakmaya utanmadan
Sonunda ben de alıştım.
Ah…dedim sonra,
Ah!

Güzin Ablası kitaplar olan bir kızdım,
İçim sıkılmasa o kadar
Tek bir satır bile okumazdım.
Taş bebeğim ters çevrilince ağlardı
Bir derdi var derdim.
Derdimi demeyi ben taşbebeğimden öğrendim.
Ninni derdim, ninni bebeğim!
Cam gözlerini kapardı, naylon kirpiklerini.
Plastik gözkapaklarının ardında,
Bilirdim rüyaları yoktu bebeğimin,
Gözyaşları da.
Ağladıkça tükürüğümden sürerdim gözaltlarına.
Bu kadar kolay harcamazdım rüyalarımı,
Kırmızı çantamda bayram harçlıklarım olmasa.

İnsan çıtır ekmeği ısırdığında,
Kırıklar dolar kucağına,
İşte orası umudun tarlasıdır.
Ve orada başaklar ağırlaştığında,
Sayısız ah dökülür toprağa.

İç ses, diye söylendim
Ve ah dedim sonra,
Böyle ah demeyi beli bükük bir ahlat ağacından öğrendim.

Dallarına salıncak kurardı çocuklar,
Hızlı yaşanan bir hayatın şarkılarıydı salıncaklar.
Meyveleri tatsızdı
Eski bir lanetten dolayı
Herkes dişlerdi acı meyvelerini,
Ve herkes söverdi ona.
İsmini yazardı herkes onun bağrına,
Ah derdi o. Ah!

Bıçağın ucundaydı insanların hafızası
‘İnsan unutandır
ve insan unutulmaya mahkum olandır.’
Tanrı şöyle derdi o zaman:
Ah!

Ne çok dikeni vardı ahlat ağacının tanrım,
Ulaşılamazdı,
Sen sarılmak istesen ona,
O sana sarılmazdı.
Ne çok dikenin vardı Tanrım!
Ne çok isterdim,
Sana sarılamazdım.
Ve şöyle derdim o zaman:
Ah!

Ahlat ahların ağacıydı,
Yaşlanmaya başlayanların,
İtiraf edilememiş aşkların,
Evde kalmış kızların.
Ahlat ahların ağacıydı,
Cezayir nasıl cezaların ülkesiyse,
Öyleydi işte.

Ve etimoloji Eti’lerden kalma
Bir zaman birimiydi yanılmıyorsam.
Ve yanılmıyorsam yalnız insanların,
Kahvaltı edip ağladıkları pazar sabahları yokmuş o zaman.
Mesela o zamanlar
Mutsuz olduğunda insanlar,
Yok olurmuş bazı dakikalar.

Gülümsedim o sıra,
Bazen sevinirim,
Sevinmek nedense hep yedi yaşında
Ve ah… dedim sonra,
Ah!

Bazen ah diyorum durmadan,
Şimdi ben ahlatın başında,
Otuz iki yaşımda.
Ahlar ağacı gibi.
Rengarenk çaputlar bağladım yıllarca dallarıma,
Mavi, mor, kırmızı ve yeşil,
İstedim, hep istedim,
Sen iste derdim, iste yeter ki
Vereyim.
Her istediğimi verdim.Arttım, fazlalaştım,
Eksikli yaşamaktan.
Ahlar ağacıyım, gibisi fazla.
Başka bir şey istemem
Artık beyazlaşan üç-beş tel saçıma,
Hesabımı vermekten başka.

Vasiyetimdir:
Dalgınlığınıza gelmek istiyorum
Ve kaybolmak o dalgınlıkta.

At arabasıyla kağıt toplardı
Her sabah çingene kadınlar.
Üst üste yığılırdı buruşuk kirli kağıtlar
Şaşırırdım
Kadınların mı yoksa kağıtların mı memeleri kocaman?

Bir zamanlar öfkem beni zora koşdı.
Kızıl yelelerim yapışırdı terli alnıma
Ne eğere gelirsin ne de semere derledi bana,

Yeniden doğmuş olurdum oysa,
Öldüğümü sandıklarında,
Yalnızca kağıtlarda iyi koşan bir at olarak.

Vasiyetimdir:
En güçlülerinden seçilsin
Beni taşıyacak olanlar.
Ahtım olsun,
Yükleri ağırlaşsın diye iyice,
Tabutumun içinde tepineceğim.

Bir göl vardı evimizin karşısında,
Mavi gözleri olan,
Kara yağız bir şehirde yaşamışım meğer yıllarca.

Ya siz,
Nasıl bilirdiniz çocukluğunuzu ey cemaat?
Nasıldı
Öldürdüğünüz birinin cenaze namazını kılmak?

İlk üç vişneyi verdiğinde bahçedeki ağaç
Annem sevindiydi hatırlarım.
Ah demişti.
Ah!
Üç küçük kırmızı dünya verilmişti sanki ona.
Annem çok sevinmelerin kadınıydı.
Bazen sevinince annem gibi,
Rengarenk reçeller dizerim kalbimin raflarına.
Annem çok sevinmelerin kadınıydı,
Sıcak yemeklerin.
Başına diktikleri o taş,
Ne zaman dokunsam soğuktur oysa.
Ben okşadığımda ama, ısınır sanki biraz.

İç ses!
Bu bahsi kapa!

Mutfağa gidip domates çorbası pişirdim.
Çoktandır öksüz olan mutfakta
Buğulandı ve ağladı camlar,
Gözyaşlarını kuruladım perdelerin ucuyla.
Çoktandır öksüz olan dünyaya baktım,
Allah babasıyla baş başa kalmış insanlara,
Poşetin tamamını beş bardak suya boşaltınca,
Sanki biraz rahatladım.
Kazanlar dolusu çorba kaynatsam sanki,
Artık kimse mutsuz olmayacaktı.
Ah…dedim sonra,
Ah!
İç sıkıntımla çektirdiğimiz bu fotoğrafta,
Aynı vampir gibi çıkacağız.
Kırmızı çorbama ekmek doğrayınca,
Sanki biraz ferahladım.
Karıştırdım ve iç ses diye fısıldadım:
Hala aç mısın?

Bir tren geçti yine tam o sıra
Ustura gibi kara,
Düdük çala çala,
Geçti şiirimin ortasından.
Kes şunu dedim, kes artık!
Oldu olacak,
Kan kardeşi olsun ruhumla yollar.
Merak ederdim,
Kesik başları ve sarı ışıklarıyla
Nereye gider bu insanlar?
Raylar uzanırdı içimde kilometrelerce
Bir kara yılan gibi,
Bilemezdim menzil neresi?

Ah…dedim sonra
Ve acilen makas değiştirdim.
İç ses, diye söylendim,
Raydan çıkma bundan sonra.

Kuyruk sallardı,
annemden kalma maaşım
her üç ayın sonunda.
Sevinirdi,
Kocaman bir kara kediyi okşamış gibi ellerim.
Sarımsak kokulu fötr şapkalı amcalarla,
Muhabbet ederdik kuyrukta.
Bizler sarımsak kokan uzun bir dizenin,
Fötr şapkalı kelimeleriydik,
Çürük dişlerimizle bizler,
Dökülmüş harfler gibi kelimelerden,
Saf ve pembe gülümserdik.
Bizler her üç ayın sonunda yeniden doğan bebeklerdik.
Neden ilerlemiyor bu kuyruk derdik,
Neden hep aynı yerdeyiz,
Hayattan söz edilirdi,
Zor denirdi,
Ve ardından susulurdu mutlaka.

Fötr şapkalı amcalardan biri
Ah derdi sonra,
Ah!
Kuyruk öfkeyle kıpırdanırdı o zaman.

Bir Arap şairi şöyle demiş,
Savaşta yenilen halkına,
Ağlamayın, ağlamayın, acınız azalır”

Uzun bir dize dayardı hayat her sabah karnıma
Şiir için düelloya gelmiş bir sevgili gibi,
Sorardı:
Daha yazacak mısın?
Hayır derdim,
Artık yazmayacağım.
Ama şöyle denir:
Kılıç çeken kılıçla ölür.
Ama şöyle denir:
Kaderden kaçılmaz.

Ama yazgısını yaldızlı çokomel kağıtları gibi,
Tırnaklarıyla düzeltemiyor insan.
Yıllarca biriktirdim
rengarenk çokomel kağıtlarını kitap aralarında.
Aşık olduğumda,
Çikolata kokardı kırmızı yazgım.
hayatıma hayat diyemem artık.
sarı yazgım her sonbahar onu
biraz daha fazla, ömür yaptı.
Maviye de, yeşile de dili dönmez ömrümün artık.

Kara yazgımı şimdi kim bilir
Hangi kitabın arasında saklıyorsun tanrım?
Ah.. dedim sonra
Ah!

İç ses, diye söylendim,
Başımda rüzgar vardı
Başımda uğultular…
Kalbim usulca kıpırdardı
Ve ses çıkarırdı dokununca
Çan çiçeğiyle karıştırırdı onu belki
Bir başkası olsa.
Başımda rüzgar vardı,
Yine esiyordum
Hızla dönmeye başladı kalbim
Rüzgargülüyle karıştırırdı onu belki
Bir başkası olsa.
Başımda uğultular…
Fırtına çıktı sonra,
Yaşadığını anladı kalbim,
Böyle yaşanamaz derdi
Bir başkası olsa.

Bir zamanlar meydan okumak isterdim.
Kaç meydanını okudum da bu hayatın.
Yalnızca iki harfini öğrendim:
AH!

Ah benim nergis kokulu cehaletim…
Ruj lekeleri bıraktın bardaklarda
Anlatmak isterdin kendini durmadan
Bir bardağa bile olsa.
Ne diyecektin, ne söyleyecektin
Şairlerin şahı olsan,
Bir AH’dan başka.
Ah benim nergis kokulu cehaletim
Bana yıllarca, bunca sözü boşa söylettin.
AH!

Güçlü bir el silkeledi beni sonra
Sanırım tanrının eliydi,
Sayamadım kaç ah döküldü dallarımdan,
Çok şey geçmiş gibi başımdan
Ah dedim sonra,
Ah!

İç ses, diye söylendim.
Gel!
Ahlar ağacından sen de biraz meyve topla.

Vasiyetimdir:
Bin ahımın hakkı toprağa kalsın…


Posted via Blogaway

10 Haziran 2014 Salı

Yokluk Benim Adım

Yok
Tek bir kulak yok benliğimi dinleyen
Ve tek bir göz yok benim iç dünyamı gören
Bir kaç ağız var bel ki dinlemeyi sevdigim ama
Yolundan gidecegim tek bir ayak yok...
Ne bir kalp var ben diye atan
Ne de bir beyin, beni düşünen
Aynı kandan olan, aynı rahimden doğan bile beni bilmez ki...
Ben bir hiçim
Bir boşluk
Koca bir kara delik
Ve bu yüzden mutluyum
Ve bu yüzden umutlu
Neden mi
Çünkü ben bağımsız
Çünkü ben tüm yaralara alışkınım
Yokluk koymaz bana
Yok benim adım


Posted via Blogaway

3 Haziran 2014 Salı

Yine yeni

Güller var mis kokulu...
Ve belki de mis kokulu sokaklar
Hayretler icindeyim
Gözlerim kan yumağı..
Ağlamak bile huzura açılmaz kapı
Yok
Yok Yok
Geçmiyor böyle günler
Hani yarım toprak altı
Yarım gökyüzü içinde
Olabilecek çok şey var
Ve biz hep olamayacakları sevdik.
Boğazında düğümlendi kelimeler
Boğazında kaldi tüm hevesler...
Ölüyoruz ulan
Kalk uyan. .
Ölüyoruz..
O aptal hayatı yasamak zor değil mi
Dünler hep yarınlarda tekrarlarda
Oglum hayat bitiyor hayat
Sen vucudundaki "g"leri büyüt diye mi
Siz aynı yolu tekrar ederken
Benim yollarım hep yeni olacak...
Yeniliklerden bir ben daha doğarken
Sizin için güneş çoktan batmış olacak...


Posted via Blogaway

31 Mayıs 2014 Cumartesi

İstiyor işte

Bebek gibi olsak keske...
Sadece ogrenemeye meraklı olsak....
İnsanları kokusundan bile tanisak...
Sadece annemize guvensek
Babamizla huzur bulsak...
Yaptığımız her hata, her yanlış adım
"Bebektir" denilip geçip gitse...
Korkunç rüyalar görüp uyandığımda,
Elimi tutan,bana sarılan bir güzellik olsa
Yaralarım Sadece fiziksel
Yangınlarım ,ateş düşürücü ile düşse
Keske diyprum...
Cocuklar cocuk kalsa
Veya büyüdüğümüzde hayvanı duygular ile karşılaşmasak...
Zor bilmiyorum
Düştüğümde gülmeyecek,
Güldüğümde beni bilecek birşeyler arıyor insan...
Sevmek gerçekten sevmek
Sevilmek en üç noktana kadar sevilmek istiyor...
Hayal iste ama
İnsan aptallığı
Güzel günler
Sevimli günler istiyor işte..


Posted via Blogaway

30 Mayıs 2014 Cuma

Eksik

bak yine kaldı elde hayaller
yokluk kadar boş günlük yazılarım
feci halde dibe düştük
o bile daha yukarıda sanki
düştük biz dost
hani son turda tokezleyen atlet gibi
burdan kalksak bile
gecti artık
belki de geçmedi
ama benden geçti
hayır demek
bir secenek
biz beceremeyiz.
ya olur deriz ya da bi yalan  buluruz...
hayir bize uzak sanki
hiç evet demediler diye sanırım
duymadığımız kelimeler soylemek isteriz
evet deriz
seviyorum deriz
oglum deriz
siz sevgi pınarlari icinde yuzen
pembe gözlüklüler
bizi anlayamazsınız..
sevginin tek bir harfi bile bizi sevmez
siz ona taparken...


Posted via Blogaway

Bilemiyoruz

Bir yol var önümde. Yürümekle biter mi bilmiyorum.
Devam etmek geliyor icimden. Ama bir yanımda dur diyor. Gitme
o yol benim değil sanki.
Ne gece beni sahipleniyor.
Ne de gündüz...
Bilmiyorum ki tam olarak nerdeyim...
Kime tam ait
Kime tam sahip
Kime tam realist
Kime yalan sihirbazıyım
Herkese aynı davranmak mı doğru
Yoksa nabza göre şerbet mi
Hep iyi olmak mı
Yoksa arada kötülük de iyi midir?
Hakedenin yüzüne tükürmek midir önemli olan...
Herkese aynı şekilde davranip, iyi ile kötüyü ayırt etmemek mi
Ne çok soru var cevabını bilmedigimiz
Bilemiyoruz ki
Gençlik denen panayırı bile
Bir piç yalnızlığı ile yaşadı çoğu genç
Ve dost zannettikleri
Bir Bir kesti umut iplerini
Sonra tuttu ellerinden
Yalnızlık
Ve tek ışık icimizdeydi...
Aslında yalnızlık
Bizdik...
Bendim..
Benlik ve benin aşkıydı..
İçedönüştü..
Bir çok insanı s*ktirettik..
Belki biraz acı çektik ama
Biz gibi olmayan insanlar hep acı verdi bize. ..
Dilimi bilmeyenle konuşmuyordum artık
Fil yutmuş boa yılanı gösteremiyorum herkese
Çünkü Benim adım stylopunk(serseri kalem)
Küçük prens değil...


Posted via Blogaway

28 Mayıs 2014 Çarşamba

Ben geldim

Klasik cumle ve basliklari kullanmayı pek sevmem ama konu cem adrian ise aklımdan çıkmayan cümleler gelip uzun zamandır yazmadığın bloğunda başlık oluveriyor işte.
Öncelikle yazmam gerektiğine karar vereli uzun zaman olmadı. Hersey aslinda cok da tanımadığım afede ile güzel bir sohbet sonrasi gerçekleşti denedebilir. Öncelikle beni sanal alemde ondan daha çok uzun süredir taniyan, daha samimi oldugum insanlar vardi. Ama hiçbiri afede gibi bulusalim demedi. Sonucta 3 günlük bir ıstanbul gezisiydi. Evet işleri olabilirdi ama bunun pişmanlığı da yoktu. Afede ise hiç tanımadığı benle oturup sohbet etmek için kendi planlarindan feragat etti. Ve iyiki de etmiş ki ben böyle güzel bir insan tanidim.Boyle güzel insanlarla aynı masada oturunca aslinda hayatımızda  ne kadar gereksiz insanlar var anlayabiliyorsunuz. Onlar siz gibi sizin yaşadıklarınızı yaşadığını anlattıkça,bakıyorsunuz ki keşke böyle insanlarla hep aynı masada hep o güzel dünyalarda birlikte olsanız çaylar filtresiz kahveler turtalar gelip gitse masamızda. Yan masada keman sesi olsa oturup o adamın elindeki ne ki diye tartışsak koca Istanbulun bile böyle güzel insan burnumun dibinde yasamısız. Aynı mahallede oturmusuz.Herseye rağmen gecte olsa tanıştık.Güzel şeylere de vesile oldun kardesim bak misal bu post sayende yazılıyor ve uzun zaman sonra bi post okudum.  Bir öykü: )
      Dedim ya ben geldim diye kimse merak etmez ama yine de soyleyeyim.
Bu kez gelişigüzel yazmaya geldim.  İçimi doya doya dökmeye bazen ağlamaya bazen gülmeye bazen küfretmeye bazen şükretmeye geldim...
Kimse yargılamasın beni
Ben daha bi ben olmaya geldim.
Bu kez temelli geldim...
Gitmemek üzere...
Yazarak yasamak için bu kez...


Posted via Blogaway

17 Şubat 2014 Pazartesi

kitap kardeşliği 1 yaşında


Zaman denilen olayın nasıl geçtiğini çözemeyenlerdenim.dün dediğiniz olayın üzerinde aylar yıllar geçmiş bile.Ben anlayamıyorum artık bu zaman kavramını ve neyin nasıl geçtiğini artık zamana bıraktım gitti.Zamana bıraktığım, şaka maka 1 sene oldu dediğim ve benim başıma gelmiş güzel olaylardan biri de kitap kardeşliği.
Daha dün 1 Şubatta(2013) ''Yüzyıllık Yalnızlık'' okuyalım diye konuştuğumuzun üstünden 1 yıl geçtiği gibi bu yıl içinde bir çok kitap kardeşi edinmiş, bir çok güzel olay yaşamıştım ve yaşamıştık.Güzel 1 yıl yaşadık geriye baktığımda iyi ki dediğim bir çok şey var.Kitap kardeşliği olarak muhteşem işler yaptık çok iyiyiz çok güzeldik vs.. olaylara girmek istemem.Ama beni tatmin eden güzel 1 yıldı.Bu kardeşliği radyoya kadar herhangi bir dış kaynak olmadan(türkçe torpil) taşımış olmak bile öncelikle benim için çok önemliydi.Tabi daha güzel yerlerde daha güzel olaylarda olabilirdi ama yaşananlar bence güzel bir yıl geçirmemiz için yeterli idi.
   Sadece bizle ilgili olarak değil.Bizim dışımızda da bir çok yeni oluşum oldu ve bu kapıyı açmış olmak ve insanlara aynı sofra da oturmanın verdiği hazzı ,kitap kardeşi olmanın o güzelliğini yaşattığımız için kendi adıma çok mutluyum...Kitaplarla insanlar arasında kalın köprüler atılmış olduğunu görmek, ve bunun bu kardeşlik çatısı altında yaşadıklarını aynı kitabı okuduktan sonra böyle duygular beslediklerini ve güzel belki de ömür boyu bir dostluk kurduklarını fark etmek bile bu kardeşliğin yaptıklarını özetler sanırım...
   2014 kardeşlik için nasıl bir yıl olacak bilmiyorum ama en az 2013 kadar güzel şeyler yaşamak ümidi besliyorum.
2013'te güzel bir hayal kurduk.Hem de en sevdiğimiz dostlarımızla.Biz bir kapı araladık birlikte,kardeşçe ve severek.O kapıdan biz geçtik.Umarım biz gibi bir çok kişi geçer, bizle okumasa da okumanın o güzel hazzını bir şekilde bir yerde yaşar. Güzel görür dünyayı ve saf sevgiye inanır.Karşılıksız ,nedensiz ve amaçsız...
Umarım ki kitap bir gün onlarında hayali olur. Okumadığı güne üzülür.Kitabı olmadan dışarı çıkamaz hale gelir.
Bir otobüste,durakta ve ya cafe de kitap kardeşi ile rastlaşır ve doyumsuz bir muhabbet eder.
Kapısı çaldığında yol yorgunu bir kitap geldiğini düşler
veya çok uzaklardaki kardeşinden bir hediye..
Umarım ki herkes olmasa da bir kaç milyon insan bizim gibi düşünür
ve biz azınlık olmaktan çıkarız bir gün...
Kitap okumayana kız vermezler belki..
Ve ya kitap okumayanla evlenmezler..
hayal değil mi....
benimki de bir hayaldi..
yüzlerce kişi ile aynı kitabı okumak tartışmak
kitaplarla olan dünyama kitap sevdalılarını sokmak 
onlarla doyasıya konuşmak ...
kitap kardeşliği bana böyle güzel bir hayali bahşetti.
benimle bu düşe ortak olan,
bu düşü kendi düşü bilen ve ömrüm yettikçe okurum diyen
ve bu sözün arkasında olan herkese sonsuz teşekkürler....
bundan 6 ay önce iyi ki varsınız kardeşlerim demiştim...
Hala aynı yerdeyim..
kitaplar kadar sevdik birbirimizi
kitaptan yapılmış prens ve prensesleri
daha ötesi var mı?
kardeşliğimizin daim olması dileğiyle....